Ayse Sarikaya

BU BLOGDA YER ALAN HABER VE FOTOGRAFLAR İZİNSİZ VE KAYNAK GÖSTERİLMEDEN YAYINLANAMAZ.

24 Şubat 2013 Pazar

Şuayip Dağıstanlı İle Röportaj

Ayşe Sarikaya
aysheart@gmail.com


Hayat hikayesi ve yaşam felsefesi ile takdir edilmeyi hakeden Şuayip Dagıstanlı ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Kendisini daha yakından tanımak için birtakım sorular yönlendirdim oda içtenlikle yanıtladı.Fazla vakit kaybetmeden ,kendisiyle yaptıgımız keyifli söyleşiye geçelim.
 
 
Öncelikle sizi tanımak isteriz.Şuayip Dagıstanlı Kimdir? Bize kariyer hayatınızda başarıya uzanan hikayenizden bahseder misiniz?
 
26 Ağustos 1969'da Dağıstan’ın Highland Village Hindag bölgesinde büyük bir ailede doğdum.
Tıpkı diğer Kafkas halkları gibi aile içi ilişkilerimiz, geleneklerimiz ve birbirimize olan bağlılığımız bizi dış dünyadan soyutlayıp masalsı bir atmosfere taşırdı…
Henüz küçük bir çocukken dağlarda yahut çalışırken kendimi bir prens olarak beyaz atın üzerinde hayal ederdim...
Her zaman içimde denizleri, dağları aşıp farklı medeniyetlere açılacağım hissi mevcuttu.
Çocukluktan gençliğe uzanan bu yıllarda rüyalarımı öncelikle Kanada’ya gitme hayali süslüyordu.
Ancak o yıllarda Kanada’ya gitmek için vize almak çok zordu.
Ve kısa bir süre içinde buna yaşadığım kaza da eklenince Kanada planlarımla ve beyaz atımla vedalaşmak zorunda kaldım…
İnsanların yaşamında öyle olaylar vardır ki, yıkım gibi ve bir son gibi görünse de aslında her şeyin başlangıcı olan o altın noktadır.

Birçok şey o noktadan sonra gerçeküstü bir devinim kazanır ve insanın içindeki gerçek gücü harekete geçirir.
Benim yaşamımdaki altın noktalardan biri de, o elim kaza idi aslında…

Liseden sonra Dağıstan Devlet Pedagoji Üniversitesi’nde öğrenim gördüğüm yıllarda henüz bir öğrenciyken 1989’da geçirdiğim kazada omurilik zedelenmesi yüzünden bedenimin büyük bölümü felç oldu.
 Modern tıp tedavileri ile felç durumunun yüzde ellilik bir bölümü kısmen iyileşti.
Ancak en gelişmiş tekniklerle de olsa siz adım atmaya karar vermediğiniz takdirde vasıtasız yürüyemeyeceğiniz gibi, şifa da beyinde güçlü ve kararlı olma süreci ile gerçekleşiyor.

Bu noktada iş bana düşüyordu…
İşte o uzun süreçte alternatif tıp konusunda yaptığım kapsamlı araştırmalar ve çalışmalar ile içimdeki o özel enerjiyi uyandırarak hücrelerimi yeniden canlandırmayı başardım.
Bu aslında birçok insanda var olan bir potansiyel enerjinin eğitimi ve kullanım kılavuzunu edinmekle mümkün oluyor.
Buna en çok ihtiyacım olan o dönemde tabiri caizse bir patlama şeklinde bendeki bu farkındalık gerçekleşti.
Artık beyaz atıma binebilir ve hayallerimin peşinde dört nala gidebilirdim.
Ama bambaşka hayallere sahip, bambaşka bir insan olarak.
 
Egitiminiz?
 
İlkokulu doğduğum Hindah köyünde, ortaokulu Babayurt kasabasında yatılı olarak okudum.
Liseyi Dağıstan'ın başkenti Mahaçkale'de bitirdikten sonra Dağıstan Devlet Pedagoji Üniversitesi’nde (1986-1992) öğrenim gördüm.
Kaza sürecinden sonra bendeki özel durumu ve özel enerjiyi fark eden Rus bilim adamları ve doktorlar beni alternatif tıp eğitimine yönlendirdiler.
Onların maddi ve manevi yardımlarıyla Moskova'da ve Kiev'de Alternatif Tıp üzerine eğitim gördüm.
Daha sonra 1991' de Kuzey Kafkasya' da ilk ezoterik bilim merkezinin kurdum.
1996'da Moskova'da Birleşmiş Milletler ve UNESCO tarafından kurulan komisyonca verilen 'Alternatif Tıp İlimleri Doktoru' ünvanını kazandım.
 
Amacınız?
 
Eğitim sürecimden sonra Türkiye’ye gelmeye ve yaşamak için bu ülkeyi seçmeye karar verdiğim yıllarda henüz alternatif tıp alanı bilimsel bir platformda değerlendirilmiyordu.
Türkiye’de bu alan, şüpheyle yaklaşılan ve ispatlanmamışfaraziyelere dayalı gibi algılanıyordu.
İlk yıllar bu önyargıyı kırmak adına kararlı ve emin adımlarla ve yoğun çalışmalarla geçti.
Bu arada ülkede,tedavinin olumlu sonuçları ve yapılan müspet araştırmalar ile, alternatif tıbbın ve biyoenerjinin sağlıktaki önemi gittikçe somut bir gerçeklik kazandı ve ispatlandı.
Tüm bu veriler insanlarda güven oluşturarak onların ilgisini bu alana yönlendirdi.
Amacım aslında insanların içinde var olan fakat kendi farkında olmadıkları o ışıltılı,sonsuz hazineyi keşfetmelerine rehberlik etmekten ibarettir.
Her insanın birbirinden farklı olan kişisel anahtarınıellerine vermektir. Ve onlara sadece anahtarı çevirmek ve kapağı açmak kalacaktır.
 
Bioenerjinin tarihi çok eski çağlara dayanıyor fakat Türkiye’de çok fazla bilinen,belki de doğru algılanan bir konu değil. Siz bioenerjiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
 
Türkiye’de alternatif tıp alanı yeni yeni hak ettiği değeri bulmaya başladı.
Ancak bu durumun oluşmasında ülkede bu alanla ilgili akademik kuruluşların,üniversitelerin, ciddi eğitim merkezlerinin olmaması büyük etkendi.
Alternatif tıp, modern tıbba karşı ve zıt bir alanmış gibi yanlış bir izlenim de mevcuttu.
Bu duruma, akademik eğitimi ve yeterliliği olmayan kişilerin kendilerini biyoenerji uzmanı gibi göstererek halkı sömürmeleri ve kandırmalarıda neden oldu.
İnsanı yalnızca fizik bedenden ibaret, otomatik biyolojik bir robot olarak görürsek çok yanılmış oluruz.

Bedenimizdeki sinir hücreleremizi, beynimizdeki, nöronlar arasındaki trafiği, durup dinlenmeyen organlarımızdaki harika ve uyumlu devinimi kısaca bizi yaşayan, nefes alan ve en önemlisi de düşünen ve duygulanan bir yaratılış harikası olmamızı sağlayan asıl unsur, organizmayıharekete geçiren asıl güç, biyoenerji gücümüzdür.
Sadece insanda değil, dünyadaki birçok varlıkta bir enerji mevcuttur.
Hatta cansız olarak addettiğimiz su moleküllerinde ve taşlarda bile.
Ancak bu enerjinin miktarı,yoğunluğu ve şekli her insana göre değişkenlik arz eder. 
Fiziksel ve ruhsal sağlığın bozulmasının altında yatan baş etken işte bu biyoenerji alanında ve aura kalkanındaki bozulmalar ve kırılmalardır.
Bu bir döngüdür.
Pozitif enerji ile desteklenen zihinsel- bedensel-ruhsal bir döngü.

Çalışmakta oldugunuz sektörden memnun musunuz?

Kendi adıma Türkiye’de bu alanda öncü isimler arasında olmak her ne kadar ilk etapta zor yıllardan ve aşamalardan sonra gerçekleştiyse de benim için oldukça mutluluk ve gurur verici.
Uyguladığım yöntemler sonucu hastalarımda oluşan memnuniyet ve mutluluk benim enerjimi ikiye katlıyor ve günden güne çoğaltıyor.
Şifa dağıtmak , tüm zorlukları unutturan ve yok eden manevi bir doyum sağlıyor.
Oyüzden mevcut olumsuzlukların mesleğimi etkilemesine izin vermiyorum.
Bu sektörün Türkiye’de tam bir olgunluğa ulaşması, daha önce de belirttiğim gibi akademik bir altyapı üzerine oturtulması ile mümkündür.
Şu an bir olgunlaşma sürecinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
En azından modern tıp bu alanıdesteklemeye başladı ve artık halkımız da bu konuda eskiye oranla daha bilgili ve bilinçli.
 
Çeşitli sanat dallarında aktif olarak görev alıyorsunuz/çalışmalar yürütüyorsunuz.Bize kısaca bunlardan bahsedermisiniz.
 
Sanata bir hobi olarak başladığım yıllarda doğa ve insan temasını işlediğim resim çalışmalarım oldu.
Daha sonraki yıllarda çok sevdiğim hocam Prof.Dr.İsmail Tunalı’nın tavsiyesi üzerine yönümü hat sanatına çevirerek bu alanda bir ilki gerçekleştirdim.
Akrilik çalışmalardan sonra taşlarınışıltılı ve büyülü enerjisini keşfederek onları eserlerimde kullanmaya karar verdim.
Yaptığım her çalışma , içine enerjimi aktardığım yüzlerce minik kristal taştan oluşuyor.

Her bir taşı yerine yerleştirirken içim enerji ve sevgiyle doluyor ve bu benim için için sanatsal bir çalışmadan ziyade bir meditasyon ve arınma yöntemi haline geldi.
Bunun dışında dans alanında da uzun yıllar performans gösterdiğim etkinliklerde bulundum.
Özellikle Kafkas dansları ve Sufi dansları konusunda gerek eğitmenlik vasfı ile gerek gösteri bazında aktif çalışmalarda yer aldım.
Son zamanlarda fotoğraf sanatı ile amatör olarak ilgilenmeye başladım, Doğayı,canlıları en doğal ve yalın halleriyle gözlemlemek ve yaşamın içinde yakalamak oldukça keyif verici.

Bioenerji ile ilgili kitaplarınız da bulunuyor.İlk fırsatta kitaplarınızı temin edecegim.Sizce Türkiye yazarlara hak ettiği desteği verebiliyor mu? 
 
İlk kitabım 'Biyoenerji ve Alternatif Tıp' dört baskı yaptı. Bu kitabımda okuyucularıma, kendilerine uygulayabilecekleri doğal yöntemlerle sağlıklı bir yaşamın ipuçlarını veriyorum.
Tedavi merkezi olarak hizmet verdiğim Şua Human Academy Biyoenerji Merkezi haricinde Türkiye’deki ve başka ülkelerdeki çeşitli dernek ve kuruluşlarda, kendini programlama, psikolojik denge idmanı, içimizdeki enerjiyi pozitif yönde kullanarak kendini geliştirme, hayattaki görevimizin farkına varma gibi insanın kendisini aşması ve dünyayla bütünleşmesi konulu konferanslar, seminerler verdim ve 70’e yakın televizyon ve radyo programına katıldım.

Tüm bunlar benim çok sayıda insana bir şekilde ulaşma ve onlarda farkındalık yaratma gayem sonucu gerçekleşti.
Ancak bunlar arasında yazdığım kitapların yeri çok farklıdır. Kitap, bize ulaşamayan insanlara bizi ulaştıran en basit ve etkili vasıtadır çünkü.
 
Türkiye'de yazar olmanın zorlukları/ kolaylıkları nelerdir?
 
Ne yazık ki, kitapların bizim istediğimiz oranda ve sayıda okuyuculara sağlıklı bir şekilde ulaşmasının yegane sorumlusu biz olamıyoruz.
Bu konuda yayınevlerine ve kitap dağıtım şirketlerine büyük görev düşüyor.
Ben de bu konuda çeşitli sıkıntılar yaşadım ve hala yaşıyorum. Birçok insan kitaplarımı edinmek istediklerini ancak ulaşamadıklarınıbildiriyor.
O yüzden hem bizlerin emekleri ve çabası, hem de eserlerden faydalanabilecek insanlar zarar görüyor.
Bu zararları engellemek adına yayınevleri ve diğer ilgili kuruluşlardan daha ciddi ve sağduyulu çalışmalar bekliyorum.
 
Son olarak eklemek istedikleriniz ve Hayat felsefeniz nedir?
 
Daha önce bahsettiğim üzere, yaşantımdaki dönüm noktasını oluşturan o altın nokta yani kaza sürecim, şu anki yaşam felsefemi yapılandırmamda oldukça etkili oldu.
Bu felsefe, sonraki süreçte de gelişerek olgunlaştı. Yaşadıklarımın ve şahit olduklarımın bana öğrettiği en önemli olgu, affedici olmaktır.
Başta kendimize, öz benliğimize ve daha sonra çevremizdeki herkese karşı affedici olmak kişiyi özgürleştirir ve güçlü kılar. Affedemeyen insan, affetmediği şeye kendini prangalar ve onun tutsağı olur.
Ausey’in çok sevdiğim bir sözü benim hayat ilkelerimden bir diğerini çok iyi açıklar :
“Düne takılmak, bugünün ayağını sakatlar, yarının gözünü kör eder…” Hayatımda değer verdiklerim, manevi hazinelerim ve birikimlerim haricinde asla geriye bakmamak gerektiğine inanırım.

Çünkü yaşam, “an”noktasında gizlidir.
Ne artık biten geçmişte, ne de bir hayal olan gelecekte.
İnsanın içindeki gücü en verimli haliyle kullandığı takdirde kendisinden başka hiçbir insana muhtaç olmamayı
öğreneceğine inanıyorum.

Bu benim hassas noktalarımdan biridir.
Kazadan sonra uzun süren yatak mahkumiyetimde bu duyguyu ve onun getirdiği ağırlığı, üzüntüyü en derin şekliyle bizzat yaşadım. Dualarım hep kimseye muhtaç olmama yönündedir.
Muhtaç olmayan insan, mutlu ve güçlü insandır.
Yine yaşam felsefemin önemli bir diğer yapıtaşı, şükürdür.

İsyan, her ne koşulda olursa olsun benim lügatimde yeri olmayan bir kelimedir.
Şükrettikçe nimetler çoğalır, evren size kapılarını en cömert şekilde açar. Yaratıcı ile olan bağlarınız güçlenir.
Umarım bundan sonra insanlarımıza daha çok sağlık, daha çok mutluluk dağıtma elçiliğini layıkıyla yerine getirmeye devam ederim.

Zira ben de yaşama gücümü bu şekilde yeniliyorum.

Röportaj:Ayşe Sarikaya
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder